Dağların yeryüzünde birer kazık olmasıyla ilgili ayetler nasıl anlaşılmalı?
Selamün aleyküm hocam. Lokman 10. ayette ve daha başka ayetlerde yeryüzünün sarsılmaması için dağların var edildiğini bildirmiş Rabbimiz ama dağlar sarsıntı önlemez ki bu bilimsel bir hata değil midir? Bu konuda bilgi verir misiniz? Allaha emanet olun
Aleykumselam Değerli Kardeşimiz;
Dağlardan bahseden ayetlerin tefsirlerini ehil olanlardan yani tefsir âlimlerinden öğrenmek zaruridir.
Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb
"O, sizi sallayıp çalkalar diye, yeryüzüne sabit ve muhkem dağlar, ırmaklar, yollar koydu. Ta ki, maksatlarınıza ulaşasınız. Daha nice alâmetler. Yıldızla da, onlar yollarını bulurlar" (Nahl, 15-16).
Bil ki bu ayetin maksadı, Allah Teâlâ'nın yeryüzünde yarattığı bazı nimetleri dile getirmektir.
Birinci Nimet: "O, sizi sallayıp çalkalar diye, yeryüzüne sabit ve muhkem dağlar... koydu'' ayetinin ifâde ettiği husustur. Bu ayetle ilgili iki mesele vardır:
Birinci Mesele
Ayetteki ifâdesinin takdiri Kûfefilere göre "sizi, sallayıp çalkalamasın diye"; Basralılara göre ise "sizi sallayıp çalkalamasını istemediği için" şeklindedir. Biz bu hususu, (Nisa, 176) ayetini tefsir ederken açıklamıştık. Meyd kelimesi hareket etmek, sağa sola yalpalamak anlamına gelir. Arapça'da bu manada, "Mâde-yemîdu-meyden" denilmektedir.
İkinci Mesele
Bu ayetin tefsiri hususunda cumhurdan gelen en meşhur görüş şudur: Gemi, suyun üzerine bırakıldığında, bir taraftan diğer tarafa meyleder ve yalpalar. Fakat o geminin içine, ağır bazı şeyler, eşya konulduğunda, gemi suyun yüzünde istikrar bulur ve dengelenir. İşte, tıpkı bunun gibi Allah da yeri suyun üzerinde yaratınca, bir tarafa meyletti ve yalpalamaya başladı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak yeryüzünde bu ağır dağları yarattı da, böylece, yer de, o dağların ağırlıkları sebebiyle suyun yüzünde karar kılmış oldu.
…Yerin, küre şeklinde olduğu kesin ve yakînî delillerle sabittir; dağların da, o kürenin yüzeyinde, onun üzerinde bulunan birtakım çıkıntılar mesabesinde olduğu da sabittir. Bunun böyle olduğu sabit olunca da, biz diyoruz ki: Biz, o çıkıntıların mevcut olmadığını, aksine yerin, bu çıkıntılardan ve dişlerden uzak, pürüzsüz, tam ve hakîki bir küre olduğunu farzedersek, o zaman yer, en ufacık bir sebeple dahi, dairesel olarak hareket ederdi. Çünkü, basit ve yuvarlak bir kütlenin, dairesel olarak hareket etmesi, ya kendiliğinden dolayı olur, yahut da aklen bu bunu gerektirmese bile, ancak ne var ki o, en ufak bir sebepten dolayı bu şekilde böyle hareket eder. Ama, yerkürenin dış yüzeyinde bu dağlar meydana gelip, ve bunlar, kürenin yüzeyinde meydana gelmiş olan çıkıntılar gibi olunca, bu dağlardan herbiri, kendi karakteri sebebiyle dünyanın merkezine doğru yönelmiştir. Dağların, o büyük ağırlıkları ve alabildiğince de kuvvetleri sebebiyle, dünyanın merkezine doğru yönelmeleri, tıpkı, yerkürenin dairesel olarak dönmesine mani olan kazıklar gibi olurlar. Böylece, dağların yeryüzünde yaratılması, o yerküreye batırılmış ve onun dairesel dönmesini engelleyen kazıklar gibi olmuş olur. Böylece de bunlar, yerin dairesel hareketine mani olmaları manasında, yerin sağa sola meyledip yalpalamasına mani olmuş olurlar. Bu konuda benim araştırmamın ulaştığı netice budur. Allah, ne murad ettiğini en iyi bilendir.
"Onları sarsar diye yeryüzünde (buna mâni‘ olacak) sâbit dağlar yaptık ve orada genişce yollar açtık. Tâ ki doğru gidebilsinler!" (Enbiya, 31)
Enbiya, 31 Elmalı Hamdi Yazır tefsiri;
“Halbuki onları yaratan biz, o yeryüzünde kendilerini sarsacak diye ağır baskılar yaptık. Yani gökten ayırdığımız ve üzerinde kendilerine sudan hayat verdiğimiz insanları, yerküresi hareketiyle çalkalayıp sıkıntıya sokmasın, sakin olacak yer bulsunlar diye o yeryüzünde suya karşılık sulb oturaklı kıt'alar (Omurgaları derinliklere gömülmüş parçalar yani:) dağlar meydana getirdik. Bir düşünmeli ki, yeryüzü, sıvı bir halde kalsaydı ve yer hareket ettikçe insanlar çalkanıp dursaydı ne büyük sıkıntı olurdu. Toprak kütlesinin yaratılması ve dağların kazık gibi oturtulması ile bu sıkıntı bertaraf edilip yeryüzü, insanların yaşaması için oturulabilir bir hale getirildi. Ve orada birtakım alanlar, yollar yaptık ki doğru yolu bulabilsinler. Arzu ettikleri yere doğru gidebilsinler veya hak yolunu tutsunlar.”
Kendisini görmekte olduğunuz o gökleri, bir direk olmaksızın (O) yarattı; sizi sarsar diye de yeryüzünde sâbit dağlar koydu ve orada hareket eden her çeşit canlıyı yaydı. Hem gökten bir su indirdik de, orada her cins güzel bitkiden yetiştirdik. (Lokman, 10)
Asrın müceddidi Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şunları söyler:
“Evet, arzın (dünyanın) evvel-i hılkatine (ilk yaratılışına) bakıyoruz ki: Mâyi‘ (sıvı) hâline gelen bir madde-i seyyâleden (akıcı maddeden) taş ve taştan toprak halk edilmiş (yaratılmış). Mâyi‘ kalsa idi, kābil-i süknâ (yerleşmeye müsâid) olmazdı. O mâyi‘, taş olduktan sonra demir gibi sert olsa idi, kābil-i istifâde (faydalanmaya müsâid) olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini (üzerinde yaşayanların ihtiyaçlarını) gören bir Sâni‘-i Hakîm’in (herşeyi san‘atlı ve hikmetli yaratan Allah’ın) hikmetidir. Sonra tabaka-i türâbiye (toprak tabakası), dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dâhilî inkılâblardan (iç hareketlerden) gelen zelzeleler dağlarla teneffüs edip, zemîni hareketinden ve vazîfesinden şaşırmasın. Hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın. Hem zîhayatların (canlıların) levâzımât-ı hayâtiyesine (hayâtî ihtiyaçlarına) birer hazîne olsun. Hem havayı tarasın. Gâzât-ı muzırradan (zararlı gazlardan) tasfiye etsin (temizlesin). Tâ teneffüse kābil (müsâid) olsun. Hem suları biriktirip iddihâr etsin (depolasın). Hem zîhayâta lâzım olan sâir ma‘denlere menşe’ (kaynak) ve medâr (vesîle) olsun.” (Mektûbât, 33. Mektûb, 329)
Volkanlar, yer altındaki ateş tabakasının, yer kabuğundaki bazı çatlaklardan sızıp yukarı çıkmasıyla oluşurlar.
Bediüzzaman Hazretleri Ayetel Kübra Risalesi'nde şöyle bahseder:
"Dağların zeminden (yerden) emr-i Rabbanî ile çıkmaları ve zeminin içinde, inkılabat-ı dâhiliyeden (yer altındaki büyük hareket ve dönüşümlerden) neş'et eden (oluşan) heyecanını ve gazabını ve hiddetini, çıkmalarıyla teskin ederek (sakinleştirerek); zemin o dağların fışkırmasıyla ve menfeziyle (penceresiyle) teneffüs edip, zararlı olan sarsıntılardan ve zelzele-i muzırradan kurtulup, vazife-i devriyesinde (dönme vazifesinde) sekenesinin (üzerindeki sakinlerin) istirahatlarını bozmuyor.
Demek nasılki sefineleri (gemileri) sarsıntıdan vikaye (korumak) ve müvazenelerini (dengelerini) muhafaza için onların direkleri üstünde kurulmuş; öyle de dağlar, zemin sefinesine bu manada hazineli (içinde madenler bulunan) direkler olduklarını, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan,
"Yeri bir beşik, dağları da birer kazık yapmadık mı?" (Amme, 6-7) ve "Yeryüzünü ise yaydık; oraya sâbit dağlar yerleştirdik..." (Hicr, 19) ve "Dağları da (yeryüzüne) yerleştirdi" (Naziat, 32) gibi çok âyetlerle ferman ediyor." (Şualar, 7. Şua - Ayetü'l-Kübra)
Bu ayetlerin verdiği derse göre, dünya bir gemidir uzayda seyahat ediyor. Dağlar ise, o geminin dengesini sağlayan direkleri gibidir. Bilimsel izahlar ayetlerin tefsirlerinde gösterilen manalarla birebir uyum halindedir.
Allah'a emanet olunuz.