Arapça bilen herkes Kur'ân'ı anlayarak mı okur?

Arapça bilen bir kişi Kur'ân'ı bire bir anlayarak mı okur?

Değerli Kardeşimiz;
Arapçanın İlâhi tebliğe vasıta olarak seçilmesinin fayda ve üstünlükleri vardır: Kendisine has âhenk, kelime teşkili, fiil çekimi, telaffuz (kolaylığı ve akıcılığı) v.s bakımından hiçbir dil Arapça ile mukayese edilemez. Arapça aynı zamanda mânâda en ufak bir vuzuh (açıklık) feda edilmeksizin kısa sözlerle ifadeye çok müsaittir. Sadece zamirler değil, fiillerde dişi-erkek için değişir. Büyük iştikak (türeme) kabiliyeti, kelime hazinesinin inanılmaz zenginliği onu, bütün düşünceleri ve mânâ farklarını hârikulade bir belağatle ifâdeye müsait kılar.
Ancak yerel telâffuz değişikliklerini hattâ telâffuzdan da öte bölgesel farkları bir tarafa bırakalım: Bugün ortada iki ayrı Arapça mevcut gibidir: “Fusha” ve “Ammi“. “Fusha”, temeli Kur’an‘ın diline dayanan fasih, edebî Arapça demektir. Kitaplarda ve gazetelerde “fusha” kullanılır, TV haberleri de yine “fusha” iledir. “Ammi” ise, halk ve sokak dilidir, her Arap memleketine göre farklılıklar gösterir, hattâ birbirlerinden uzak diyarlarda yaşayan halkın birbirini anlamadığı bile olur.
Standart Arapça olarak kabul edilen bu dil Arabiyyet-ül fushâ (Fasih, Düzgün Arapça) olarak ifade edilir ve tüm Arap devletlerinin resmi dilidir. Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, İran ve Türkiye'de ise Arap azınlıklarca kullanılan diller Arapça'nın lehçeleridir. Standart Arapça herhangi bir ülkede halk dili olarak konuşulmamakla beraber resmi dil olduğu için -eğitim görmüş- her Arap standart Arapçayı anlar ve konuşabilir. Standart Arapça olarak kabul edilen dil Kur'an'ın dilidir. Ve bu Arapça ve bir kısım Kur’ân ilimleri tahsil edilmek suretiyle Kur’ân’ın sarih manası kısmen de olsa anlaşılabilir. Yoksa fasih Arapça bilmeyip sadece Ammi (halk dili) bilen bir kimsenin Kur’anı anlaması mümkün değildir.

Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kuran Dili isimli tefsirinde bu hususu şöyle dile getirmiştir:
Biraz Arabça bilen bir kimse bir âyeti işittiği zaman derhâl bir ma'nâ anlar ve anladım zanneder, ben de söyleyivereceğim gibi tevehhüm eder, bir de bakar ki anlamamıştır. Çünkü, nazmının her noktasından birçok mânâlar fışkırmaya başlar. Taklidine özendikçe yükselir, derinleşir; ölçüsü, mikyası bulunamaz. Âyetten âyete, terkibine geçildikçe zevki tezâuf eder. Sırr-ı hayât gibi namütenahiye giden esrarının ihatası beşerî kudretin fevkinde kalır. Ma'nâsı pek derin olan kelimeler bulunduğu gibi bir kelime etrafında birçok ma'nâlann tezâhüm ettiği ve ba'zı ifâdelerin hepsi de sahîh olmak üzere müteaddid vecihlerin, ihtimâllerin içtima' ettiği yerler de çoktur ki, bunlar tefsir ve te'vîle tevakkuf eder. Ve bazılarını doğrudan doğruya terceme mümkün olsa bile hepsini bütün vücûhiyle tercemeye sığdırmak mümkün olmaz. Bunları aynen almak veya ma'nây-ı edebîsi feda edilerek te'vîl ve tefsir tarzında ifâde etmek lâzım gelir. Ve bu cihetten Kur'ân'ı anlamakta yalnız dirâyet-i lisâniyye kâfî gelmez. Sahibinden ri¬vayete veya hâdisâtin inkişâfına tevakkuf eder.
Allah’a emanet olunuz.