Kadere iman imanın şartlarından mıdır?
Kadere iman imanın cüzlerinden olduğunu nasıl ispat edebiliriz? Kurân'da kadere iman var mıdır?
Değerli Kardeşimiz;
Kur’an ayetleri kaderin varlığını ispat eder
Kuran-ı Kerim’de kader ile direkt yada dolaylı olarak alakalı bir çok ayet-i kerime bulunmaktadır, bazıları şunlardır:
“…Allah’ın emri ise, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.” (Ahzap, 38)
“Şübhesiz ki biz, herşeyi (Levh-i Mahfûz’da yazılmış) bir kadere göre yarattık.” (Kamer, 49)
“Hem va‘desi belli olan bir yazı (bir kader) olarak, Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin ölmesi mümkün değildir. Artık kim dünya mükâfâtını isterse, ona ondan veririz. Kim de âhiret mükâfâtını isterse, ona (da) ondan veririz. Şükredenleri ise mükâfâtlandıracağız.” (Al-i İmran, 145)
“Allah, her dişinin neye gebe kalacağını ve rahimlerin neyi eksiltip, neyi ziyâde edeceğini bilir. Çünki O’nun katında herşey (kader olarak yazılı) bir ölçü iledir.” (Ra’d, 8)
Yeryüzünde ve nefislerinizde baş(ınız)a gelen hiçbir musîbet yoktur ki, mutlaka onu yaratmamızdan önce bir kitabda (Levh-i Mahfûz’da yazılı) olmasın! Şübhesiz ki bu, Allah’a göre pek kolaydır. (Hadid, 22)
Hadis-i şeriflerde kadere iman
Yahya b.Ya'mer'den:
Abdullah b. Ömer (ra) dedi ki:
Bir gün Cibril (insan suretinde) Peygamberimiz'e (asm) geldi ve sordu:
'İman nedir?'
Peygamberimiz (asm):
"Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve (hayır-şer yönüyle) bütün kader programına inanmandır" dedi.
Soran kişi: 'doğru söyledin' deyince biz şaşırdık; hem soruyor, hem de doğruluyordu...
Sonra Peygamberimiz:
"O Cebrail'di ve size dininizin esaslarını öğretmek için geldi" buyurdu. (Ahmed İbn-i Hanbel- Müsned)
Süfyan (es-Sevri) (ra)'dan rivayet edilmiştir:
Bir adam kaderi (mânâsını) sormak üzere Ömer İbn Abdiî-Aziz'e bir mektup yazdı. Hz. Ömer İbn Abdil-Aziz de bu adama bir mektup yazarak şu cevâbı verdi:
“...(Ey mektup sahibi) mektubunda kadere imânı soruyorsun. Allah'ın izniyle (bu hususu) tam bilene sordum. İnsanların (din adına) ortaya attığı hiçbir yeniliğin ve bidatçilerin geliştirdiği hiçbir bidatin (dini bir) eser ve mesele olarak kadere imandan daha açık olduğuna inanmıyorum.
Câhiliyye döneminde câhiller nesirlerinde ve şiirlerinde kadere imanı dile getirirler, ellerinden kaçan nimetlere karşı kendilerini onunla teselli ederlerdi.
Sonra İslâm geldi ve kaza ve kader(e iman) ancak (ona inanmayı farz kılarak) pekiştirdi. Gerçekten Rasûlullah (asm), bir iki hadisinde değil pek çok hadisinde kaderden bahsetti. Müslümanlar kadere dair açıklamaları kendisinden işittiler ve (Hz. Peygamberin) sağlığında ve vefatından sonra da kuvvetle inanarak ve Allah'a teslim olarak kaderden bahsettiler. Bir şeyin Allah'ın ilminin dışında olmasını, (Allah'ın ezeldeki) yazgısının onu tesbit etmemiş olmasını ve o şey hakkında Allah'ın (ezeli) bir takdirinin bulunmamış olmasını (düşünmekte) kendilerini yetkisiz ve hatalı görerek, kaderden bahsettiler.
Bununla beraber, kader Allah'ın, manası apaçık olan Kur'an’da da mevcuttur. Sahabe-i kiram, kader inancını Kur'an'dan almışlar ve ona imanı Kur'an'dan öğrenmişlerdir. (Ey bidatçiler)! Eğer siz: (Madem öyle de) Allah niçin (kader inancına aykırı görünen) falan ayeti indirdi ve niçin (bu inanca aykırı düşen) şöyle sözler söyledi? derseniz (ben de size şöyle derim):
Sizin Kur'an'dan okuduğunuzu (sahâbe-i kiram da) okudular ve onlar (ondan) sizin bilmediğiniz (bazı) manalar sezinlediler. Sonra da: "Şu (kainatta vukua gelen hadiselerin) hepsi de (ezeli olan) bir yazgı ve takdir ile (meydana gelmekte) dir, takdir edilen olur. Allah'ın dilediği olmuştur, dilemediği de olmamıştır. Biz kendimize fayda ve zarar verme gücüne sahip değiliz" dediler. Bu (hükme vardikta)n sonra (Allah'a ibadet etmeye) rağbet ettiler ve (kötü amellerden de) olanca güçleriyle kaçındılar.” (Sünen-i Ebu Davud)
Ali (ra)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (asm) şöyle buyurdu:
“Kişi şu dört şeye iman etmedikçe mümin olamaz;
1- Allah’tan başka hiçbir ilah ve otoritenin olmadığına,
2- Benim Allah’ın Rasûlü olduğuma ve beni hak ile gönderdiğine,
3- Ölüme ve ölümden sonraki dirilmeye inanacak,
4- Kadere de mutlaka iman edecektir.” (İbn Mâce, mukaddime)
Kaderin imanın şartlarına girmesinin sebebi
Kadere iman farzdır ve imanın şartlarındandır. Dolayısıyla kaderin varlığını kabul etmeyerek iman etmeyen dinden çıkar. Peki kaderin iman şartlarına girmesinin sebeb-i hikmeti nedir?
Başta şunu belirtmeliyiz ki; kadere iman meselesinde kaderin tek başına zikredilmesi bir eksikliktir. Kadere iman ile beraber cüz’i iradeye de (Allah tarafından insana verilen fiillerindeki seçme kabiliyetidir) iman etmek şarttır. Kader ve cüz’i irade biri, birisiz olmaz. Belki birbirini teyid eder.
Bediüzzamn Said Nursi Hazretleri, kader ve cüz’i ihtiyarinin imanın şartları arasına girmesini şu şekilde izah etmiştir:
“Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani, mü’min, herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenâb-ı Hakka vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için, cüz-ü ihtiyarî önüne çıkıyor; ona “Mes’ul ve mükellefsin” der. Sonra, ondan sudur eden iyilikler ve kemâlâtla mağrur olmamak için, kader karşısına geliyor; der: “Haddini bil, yapan sen değilsin.”
Evet, kader, cüz-ü ihtiyarî, iman ve İslâmiyetin nihayet merâtibinde; kader, nefsi gururdan; ve cüz-ü ihtiyarî, adem-i mes’uliyetten kurtarmak içindir ki, mesâil-i imaniyeye girmişler. Yoksa, mütemerrid nüfus-u emmârenin işledikleri seyyiâtının mes’uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak; ve onlara in’âm olunan mehâsinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz-ü ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz-ü ihtiyariyeye zıt bir harekete sebebiyet veren ilmî meseleler değildir.” (26. Söz)
Evet insan, her şeyden evvel iman etmekle mükelleftir. İman ve İslamiyetle müşerref olan bir insan, zaman zaman gafletin de tesiriyle işlediği hayırlı ameller hususunda gururlanmaya başlar. Nefis, “Bu hayırları ben yaptım” der. İşlediği şerli amelleri de kadere yükler. Şerlerde kaderi merci gösterir.
Mümin, her şeyi Allah’a vere vere neticede, “Madem her şeyi Allah yaratıyor, her şeyin Allah’tan geldiğine inandım ve O’na teslim oldum. Öyle ise günahları da Allah yaratıyor ve ben her günahı işleyebilirim, bir mesuliyetim de yoktur” demesin ve suçu kadere yüklemesin diye, Kur’an cüz’i iradeyi karşısına çıkarır ve manen ona şöyle emreder: “Küfürler, şirkler bütün günahlar İrade-i İlahiyyeden değil, irade-i insaniyeden doğar. Sakın ha! Günaha girme, kendini mesul bil! İradeni şerde kullanma!” Sonra iyilikler noktasında mağrur olmamak için, Kur’an kaderi karşısına çıkarır ve der ki: “Gururlanma, yapan sen değilsin!.”
Yani biz mesuliyetten kurtulalım, demeyelim ki: “Bir İlm-i muhitin belirlediği bir çerçeve içinde imtihan olunuyoruz. Bizim ne suçumuz var?” Hayır! Biz istemesek bu sistem harekete geçmeyecektir. (Ancak bunun ihtiyari dediğimiz, kendi irademiz ile seçtiğimiz fiillerde olduğunu unutmamamız gerekmektedir. İnsanın mesuliyeti bu ihtiyari fiilerdedir.)
İşte hayırlı ameller hususunda, nefsi gururdan kurtarmak ve şerleri de kadere vermemek için; hayırlarda kaderi, şerlerde ise cüz’i iradeyi ileri sürmekle ve bu şekilde iman etmekle mükellefiz.