Cennette dünyevi istekler olacak mı?

Cennette bu dünyevi isteklerimiz olacak mı ?

Değerli Kardeşimiz;
Kur'an'da Cennet'in niteliklerinden bazılarına şu şekilde değinilir:
1- Altlarından ırmaklar akan, birbiri üzerine bina edilmiş yüksek köşkler (ez-Zümer, 39/20), güzel meskenler (et-Tevbe, 9/72)
2- Türlü ağaç ve meyvalara, akar kaynaklara, görünüş ve kokusu güzel, isteyenlerin yanına kadar sarktığından koparılması kolay, türlü bol meyvelere sahip (er-Rahmân, 55/58-54)
3- Gönlün çekeceği her türlü yemek ve etler, türlü kokulu içecekler, temiz şaraplar ve çeşit çeşit tükenmez nimetleri içeren bir mekân.
"Onlara canlarının çekeceğinden (her) meyve ve eti bol bol vermişizdir! (Tûr, 22).
“Etraflarında altın tepsiler ve bardaklarla dolaşılır. Ve orada canların kendisini çektiği ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır. (Ve yine denir ki:) Artık siz orada, ebedî olarak kalıcılarsınız. İşte yapmakta olduklarınıza karşılık, kendisine vâris kılındığınız Cennet, budur! Sizin için orada birçok meyveler vardır; onlardan yersiniz.” (Zuhruf, 71-73)
"(O içecekler ki) bembeyazdır; içenler için lezzetlidir. Onda ne bir sersemletme vardır, ne de onlar ondan sarhoş olurlar. (Saffât, 46-47).
[Orada canların kendisini çektiği ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır](meâlindeki) âyetinin sarâhat-ı kat‘iyesiyle, insan, en ziyâde ünsiyet ettiği (alıştığı) ve dünyada nümûnesini tatmış olduğu cismânî lezzetleri Cennete lâyık bir tarzda görecek, tadacak. Ve lisan ve göz ve kulak gibi a‘zâların ettikleri hâlis şükürlerinin ve husûsî ibâdetlerinin mükâfâtları, o uzuvlara mahsus cismânî (cisme âid)lezzetler ile verilecektir. Kur’ân-ı Mu‘cizü’l-Beyân o derece cismânî lezzetleri sarih (açık) bir sûrette beyân eder ki, başka te’villerle (îzahlarla) ma‘nâ-yı zâhirîyi (açık ma‘nâyı) kabûl etmemek, imkân hâricindedir.” (Şuâ‘lar, 11. Şuâ‘, 221)
Kâinat bir sel gibi ebede doğru akıp gitmektedir. Her akan suyun biriktiği bir yer olduğu gibi Kâinat selinin de cennet ve cehennem olmak üzere döküldüğü iki havuzu var. Bu kâinatın bir havuzu olan Cennet bu dünyaya bir derece benzeyecektir. Cismani ve ruhani esasları cennette dahi muhafaza edilecektir. Cismimizle yani vücudumuzla yaptığımız ibadetlerin mükâfatları yine cismani bir tarzda fakat dünyadakinden kat kat güzel bir surette verilecektir. Dünyada haram lokmalardan kaçınan bir midenin mükafatı en leziz cennet taamları suretinde verileceği gibi, haram seslerden sakınan bir kulağın mükafatı da en munis ve en güzel sesler suretinde dar-ı saadet olan cennette verilecektir.
Cennet tüm isteklerin kabul olduğu yerdir.
“İman eden ve iyi işler işleyen mü’minlere beşaret ver ki, ağaçları altından nehirler akan Cennetler onlarındır. Onlar o Cennetlerden meyve yedikleri zaman; bu, bundan evvel yediğimiz meyvelerdendir derler. Onlara birbirine benzer bir surette rızıklar getirilir verilir. Ve o Cennetlerde onlar için her türlü ayıp ve kusurlardan pak, temiz kadınlar vardır. Onlar o Cennetlerde daimî olarak kalacaklardır.” (Bakara, 25)
“İçinizde cennet için gayret edecek kimse yok mu? Zira cennetin eşi yoktur. Kâ’be’nin Rabbine yemin ederim ki, cennet, parıl parıl parlayan nurları, güzel kokulu salınan yeşillikleri, sağlam yüksek köşkleri, devamlı akan nehirleri, çok çeşitli olgun meyveleri, güzel genç zevceleri, pek çok takım elbiseleri ile yüksek, sağlam ve güzel saraylarda saadet ve yüz parlaklığı içinde yaşanan ebedi mekândır.” (Nesâî, Ebû Dâvud)
Cennet nimetleri dünyadakilerle sadece ismen benziyor
Cennetin tarif edilemeyip mahiyetinin tam olarak idrak edilemeyişi, nimetlerinin dünya nimetleriyle sadece ismen benzemesindendir. Mesela; binek olarak sadece at ve develerin kullanıldığı eski çağlarda “binek” denilince akla araba, metro, tramvay ve uçakların gelmesi elbette mümkün değildi. Oysa seyahat aracı manasında kullanılan “binek” kelimesi bize bugün uçakları, helikopterleri ve otomobilleri de çağrıştırmaktadır. Cennetin; gözünün gördüğü yere ayağını basan kırmızı yakuttan atları, çakılları inci, mercan, yakut ve zümrüt olan bal ve miskten ırmakları, gövdeleri altın ve zümrütten ibaret yüz senelik mesafeli ağaçları, inci, altın, gümüşten ve sudan sırça sarayları, bin yıllık mesafeli kapıları, katıksız ve beyaz bir ekmek gibi hâlis misk olan toprağı da bizim gözlerimizin hiç görmediği, kulaklarımızın hiç işitmediği şekildedir. İsmen aynı fakat suret olarak dünyada bildiklerimiz ve gördüklerimiz gibi asla değiller. Bu yüzden hadis-i şerifte göz görmemiş, kulaklar işitmemiş buyrulmuştur.
Allah'a emanet olunuz.