Kim Borcuna Sadık ise Yardımcısı Allah’tır
Verdiği söze sadık kalmak, borçlu ise borcunu zamanında ödemek, ticârî işlerinde doğruluk ve dürüstlük İslâmiyetin emri olduğu gibi insaniyetin de gereğidir.
Samimi niyet bir işin sonunun hayırlı olmasına doğrudan doğruya etki eder. Çünkü hayırlar genellikle samimi niyetlerin neticesinde oluşur. Kıssada bahsi geçen kişiler, işlerin Allah’a havale edilmesi, borç alışverişi ve alanla veren arasındaki hukukun korunması hususunda samimi niyetin nasıl olması gerektiğini öğretiyor bizlere.
Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: “Resûlullah (asm) Benî İsrail’den bin dinar borç para isteyen bir kimseden bahsetti. Benî İsrail’den borç talep ettiği kimse: “Bana şâhidlerini getir, onların huzurunda vereyim, şahid olsunlar!” dedi. İsteyen ise: “Şâhid olarak Allah yeter”dedi. Öbürü: “Öyleyse bana kefil getir.” dedi. Berikisi “Kefil olarak Allah yeter” dedi. Öbürü: “Doğru söyledin!” dedi ve belli bir vâde ile parayı ona verdi. Adam deniz yolculuğuna çıktı ve ihtiyacını gördü. Sonra borcunu vâdesi içinde ödemek maksadıyla geri dönebileceği bir gemi aradı, ama bulamadı. Bunun üzerine bir odun parçası alıp içini oydu. Bin dinarı, sahibine hitap eden bir mektupla birlikte oyuğa yerleştirdi. Sonra oyuğun ağzını kapayıp düzledi. Sonra da denize getirip:“Ey Allah’ım, biliyorsun ki, ben falandan bin dinar borç almıştım. Benden şâhid istediğinde ben: ‘Şâhid olarak Allah yeter!’ demiştim. O da şahid olarak sana razı oldu. Benden kefil isteyince de: ‘Kefil olarak Allah yeter !’ demiştim. O da kefil olarak sana razı olmuştu. Ben ise şimdi, bir gemi bulmak için gayret ettim ama bulamadım. Şimdi bunu sana emanet ediyorum!” dedi ve odun parçasını denize attı.
Adam oradan ayrılıp, memleketine dönebileceği bir gemi aramaya başladı. Alacaklı da borç verdiği adamın geleceği gemiyi bekliyordu fakat beklediği gemi gelmedi. Adam evine dönerken içinde bin dinarın bulunduğu odun parçasını buldu, yakacak olarak kullanmak üzere evine götürdü. Odunu parçalayınca içindeki parayı ve mektubu buldu.
Borç alan kişi bir müddet sonra memleketine döndü.. Bin dinarla adama uğradı ve: “Malını getirmek için sürekli gemi aradım; ancak beni getirenden daha önce gelen bir gemi bulamadım” dedi. Alacaklı: “Sen bana bir şeyler göndermiş miydin?” diye sordu. Öbürü: “Ben sana, daha önce bir gemi bulamadığımı söyledim” dedi. Alacaklı: “Allah Teâlâ Hazretleri, senin odun parçası içerisinde gönderdiğin parayı sana bedel ödedi. Paranla geri dön dedi.” (Sahih-i Buhari)
Yukarıda bahsi geçen kıssadan alınacak pek çok hisse vardır.
1. Niyet-i hâlisanın (samimi niyetin) kerâmeti vardır.
Samimi niyet bir işin sonunun hayırlı olmasına doğrudan doğruya etki eder. Çünkü hayırlar genellikle samimi niyetlerin neticesinde oluşur. Kıssada bahsi geçen kişiler, işlerin Allah’a havale edilmesi, borç alışverişi ve alanla veren arasındaki hukukun korunması hususunda samimi niyetin nasıl olması gerektiğini öğretiyor bizlere. İşte bu tam bir iman, tevekkül (Sebeblerine uyup neticeyi Allah’a bırakma) ve samimi niyetin kerâmetidir ki böyle harika bir olayın meydana gelmesine vesîle oluyor.
2. Borç vererek insanların sıkıntılarını gidermek fazilettir.
İnsanı mutlu eden durumlardan biri de başkalarının ihtiyacını gidermektir. Muhtaç birine yardım etmenin, ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermenin öylesine ulvî bir lezzeti vardır ki bu duyguyu bir kez tadan kimsenin aynı duyguyu yaşamadan etmesi neredeyse imkânsızdır. Bu hâl öyle bir noktaya gelir ki kişi artık kendini başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak için çırpınırken görür. Burada önemli olan ilk hareketi yapacak cesarete ve iyilik etme duygusuna sahip olmaktır. Gerisi kendiliğinden gelecektir. Kişi mü’min kardeşinin sıkıntısını giderince Allah da onun sıkıntısını giderecektir. İyilik eden, iyilik bulacaktır.
3. Ahde vefa ve vaadini yerine getirmek ilâhi yardıma da vesiledir.
Verdiği söze sadık kalmak, borçlu ise borcunu zamanında ödemek, ticârî işlerinde doğruluk ve dürüstlük İslâmiyetin emri olduğu gibi insaniyetin de gereğidir. Bu hasletler kişiye itibar kazandırdığı gibi ihtiyaç anında da kişiyi yalnız ve yardımsız kalmaktan da kurtaran ve yitirilmesi durumunda da herhangi bir bedelle yeri doldurul(a)mayan değerlerdir. Sıdk ve ahde vefa en büyük hazinedir. Ne olursa olsun doğruluktan şaşmamak gerekir.
Borç isteyen insanların en büyük sıkıntıları bizzat kendilerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü yeterince güvenil(e)meyen insanlara, kimse borç vermek istemez. Özellikle borcunu ödemekte lakaydlık gösterenler en kıymetli hazinelerini kaybettiklerini ancak aynı kişilerden tekrar borç istediklerinde fark ederler!
Yazar: Zafer Zengin